Allah, Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimizden bahsederken, onun içimizden biri olduğunu vurgulamaktadır.[1] Bu durum diğer peygamberler için de geçerlidir. Allah, görevlendireceği elçisini o toplumun içinde büyüyüp yetişmiş kişilerden seçmiştir. Böylece insanların yakından tanıdığı hatta akrabalık ilişkileri olan birini kabullenmesi daha kolay olacaktır.
Tarihin bazı dönemlerinde peygamberlerin herkes gibi yiyip içen, çarşı pazar dolaşan insanlardan olamayacağı itirazı yapılmıştır.[2] Onlara göre Allah’la irtibatı bulunan peygamberler ya melek olmalı ya da yanında devamlı bir meleğin dolaştığı ve insanların da bunu gözleriyle gördükleri biri olmalıdır.[3]
Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin kafalarında da böyle bir tasavvur vardı. Onlar şöyle diyorlardı: Peygamberin yanında dolaşan bir melek olmalı, aynı zamanda peygamberin altından evi, içinden ırmaklar akan bağları, bahçeleri, çeşitli harikulade işleri olmalıdır.[4] Bu insanlar geçmiş peygamberlerle alakalı kulaktan kulağa ulaşan bilgilerden böyle bir sonuç çıkarmışlardı.
İşte bu yanlış tasavvuru düzeltmek için Resûlullah’ın bizzat şu açıklamayı yapması emredilmiştir:
“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.”[5]
Kur’ân-ı Kerim’den öğrendiğimiz üzere bütün peygamberler, kendilerinin de diğer insanlar gibi birer beşer olduklarını her zaman ifade etmişlerdir. “Peygamberleri onlara şöyle dedi: Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah kullarından dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder…”[6]
Son Peygamber Hz. Muhammed’in (sas) de bir beşer olduğunu ifade etmesi kendisinden istenmiştir. “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh’ınızın, sadecetek bir İlâh olduğu vahyolunuyor.”[7]
Sevgi ve saygıda ölçü
İslam dini ölçü dinidir. Ne aşırı ileri gidilmesi (ifrat) hoş karşılanmış ne de aşırı geri kalınması (tefrit) tavsiye edilmiştir. İki durum da doğru bir tavır olarak görülmemiştir. Bu ölçü Kur’ân’da şöyle verilir: “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık…”[8] Bu sebeple ölçülü davranmak Müslümanın tavrı olmuştur. Her şeyde olması beklenen ölçü hiç şüphesiz sevgide de olmalıdır. Sevgide ölçü kaybedildiğinde aşırı övgü başlar. Bunun örneği Hristiyanların Hz. İsa (as) inancıdır.
Takipçileri ve inananları Meryem oğlu İsa’yı -hâşâ- Allah’ın oğlu olarak vasıflandırmışlar, çarmıha gerilip öldürüldükten sonra yeniden dirildiğini ve göğe yükselerek Allah’ın sağ tarafına oturduğunu iddia etmişler, bu sapık bilgiyi de kutsal kitaplarına eklemişlerdir. Kur’ân-ı Kerim, Hz. İsa’nın ilah olduğunu söyleyenlerinküfre girdiklerine hükmederek: “Andolsun ki ‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh’tir’ diyenler kâfir olmuşlardır.”[9] buyurmuş, Hz. İsa’nın böyle bir iddiada bulunmadığını aksine bir peygamber olduğunu söylediğini şöyle haber vermiştir: “Hani Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Ben Allah’ın size gönderdiği elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve bendensonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.’ demişti…”[10]
Hz. İsa (as) henüz beşikteyken bir mucize olarak konuşturulmuş, ağzından dökülen ilk cümle: “Ben Allah’ın kuluyum” olmuştur. Meryem suresindeki ayetler şöyledir: “Çocuk şöyle dedi: ‘Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmamı emretti. Beni azgın bir zorba yapmadı.’”[11] Hz. Peygamber zamanında Medine’ye gelen Necrân Hristiyanları bu iddialarını dile getirmişler, Efendimiz de bunun yanlış olduğunu, İsa’nın sadece Allah’ın resûlü olduğunu söylemiştir.
Peygamberimiz, ümmeti tarafından kendisinin de bu konumda değerlendirilmesini engellemek için şu uyarıda bulunmuştur: “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni de aşırı şekilde methetmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana‘Allah’ın kulu ve Resûlü’ deyin.”[12]
Peygamberimizde ölçülü tavır örnekleri
Hz. Peygamber ölçünün kaybedilmemesi gerektiğini hem sözleriyle hem de tavırlarıyla her fırsatta vurgulamış, bu duruma yol açacak uygulamaları baştan engellemiştir. Şehadet kelimesini öğrettiği sahabî “şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah’ın Resûlü ve kuludur” deyince Peygamberimiz derhal müdahale ederek düzeltmiş ve şu uyarıyı yapmıştır: “Ben Resûl olmadan önce kuldum. ‘Şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve Resûlüdür,’ de.”[13]
Allah Resûlü, bir meclise girdiğinde kendisi için ayağa kalkılmasını yasaklamış, “Acemlerin birbirlerine hürmet için ayağa kalktıkları gibi siz de ayağa kalkmayın” buyurmuştur.[14]
Huzuruna girince karşısında titremeye başlayan bir başka kişiye: “Sakin ol! Ben bir kral değilim, sadece kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” demiştir.[15]
Efendimizin muhataplarında görülen bu tür davranışlar kendi kafalarında oluşturdukları Peygamber/lider şablonunu göstermektedir. Yoksa Hz. Peygamber kesinlikle böyle bir tavır beklemiyor, O (sas) gayet sade bir kul gibi yaşıyordu. Hz. Âişe’ye (r.anha) Peygamber Efendimizin ev hali sorulduğunda, Resûlullah’ın herhangi bir insandan farksız yaşadığını, elbisesini dikip, koyun sağdığını, kendi işini kendi gördüğünü ve ev işlerinde ailesine yardım ettiğini anlatmıştır.[16]
Resûl-i Ekrem efendimizin üzüldüğü, sıkıntıya düştüğü anlar çok fazladır. Uhud savaşında başına aldığı bir darbe sonucu miğferinin çelik halkaları yanaklarını parçalayarak damaklarına batmıştı. O’nun yedi çocuğu olmuş, altısı Efendimiz hayattayken vefat etmişti. Mâriye validemizden doğan oğlu İbrahim’in rahatsızlandığını öğrenince yanına varmış, henüz iki yaşını bile doldurmamış yavrusunu kucağına almıştı. İbrahim’in ölmek üzere olduğunu görünce buna dayanamamış ve gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.[17]
Allah Resûlü (sas), kul olduğunu söylemekle kalmamış, kulluğun nasıl olması gerektiği konusunda da örnek bir duruş sergilemiştir. Geceleri ayakları yarılacak kadar kıyamda durup namaz kılmış, kendisine: “Yaptığın ve yapacağın tüm günahların bağışlandığı halde niye kendine bu kadar eziyet ediyorsun” diyenlere, “Allah’a şükreden bir kulolmayayım mı?” cevabını vermiştir.[18]
Bir düğün merasimde küçük kızlar ellerindeki deflerle tempo tutup kahramanlık şarkıları söylüyorlardı. Efendimiz düğün evine girdi ve onları dinlemeye başladı. Bir ara kızlar söylediklerini bırakıp “Aramızda yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var.” demeye başladılar. Efendimiz derhal onlara müdahale etti ve şöyle dedi: “Bunu söylemeyi bırakın da daha önceki söylediklerinizi söyleyin. Yarın ne olacağını sadece Allah bilir.”[19]
Hz. Peygamber’in herhangi bir insan gibi duygulara sahip olduğunu gösteren örneklerden birisi de uykuda kalıp sabah namazını kaçırmasıdır. Bir sefer dönüşü kendisi de beraberindekiler de aşırı şekilde yorulmuş, Bilal-i Habeşî’yi nöbete dikip kendilerini namaza kaldırmasını tembihlemişti. Herkes gibi Bilal de yorgun olduğundan uykuya yenik düşmüş böylece namaz vakti çıkmıştı. Uyandıktan sonra namaz için hazırlık yapılmasını emretmiş ve kazaya kalan namazı kıldırmıştı.
Ümmet-i Muhammed, Peygamberimizin sade ve mütevazı yaşamını göz önünde bulundurduğu ve O’nun yaptığı uyarıları dikkate aldığı müddetçe Hristiyanların düştüğü tehlikeli duruma düşmeyeceklerdir.
[1] Tevbe 9/128
[2] Furkan 25/7
[3] En‘am 6/8; Zuhruf 43/53
[4] İsra 17/90-93
[5] En‘am 6/50
[6] İbrahim 14/11
[7] Kehf 18/110. Ayrıca bkz.:İsra 17/93; Fussilet 41/6
[8] Bakara 2/143
[9] Mâide 5/72
[10] Saf 61/6
[11] Meryem 19/30-32
[12] Buhârî, Enbiyâ, 48; Ahmed, Müsned, I, 23, 24, 47, 55
[13] Abdurrezzâk, Musannef, II, 205
[14] EbûDâvûd, Edeb, 165
[15] İbnMâce, Et‘ime, 30
[16] Buhârî, Ezân, 44; Ahmed, Müsned, VI, 256; Abdurrezzak, Musannef, XI, 260
[17] Buhârî, Cenâiz, 44; Müslim, Fedâil, 62
[18] Buhârî, Teheccüt, 6; Müslim, Sıfatu’l-kıyâme, 81
[19] Buhârî, Meğâzî, 12; Nikâh, 48; Tirmizî, Nikâh, 6; İbnMâce, Nikâh, 21
15 Temmuz 2017 tarihinde siyerdergisi.com’da yayınlanmıştır (bağlantı).