Tabiînden Alkame b. Vakkâs’ın verdiği bilgiye göre, Hz. Ömer (ra), yukarıdaki hadisi Peygamber Efendimiz’den, halife olduğu günlerde yaptığı bir konuşmasında aktarmıştır. Bu sözler, Efendimizin mübarek dudaklarından Medine döneminde dökülmüştür.

İslam uleması bu hadis için, “medâr-ı İslam” yani İslam dininin merkezini oluşturan birkaç hadisten biridir, demişlerdir. İmam Şafiî, bu hadisin ilimle alakalı yetmiş konuyla bağlantısı olduğunu söylemiştir. Birçok müellif kitabının başına bu hadisi koymuşlardır. Buhârî Sahîh’ine, Beyhakî Sünenü’s-sağîr’ine, Beğavî Şerhu’s-sünne’sine, Nevevî Riyâzu’s-salihîn, Ezkâr ve Erbaîn gibi eserlerine hep bu hadisle başlamışlardır. Bu davranışlarıyla, ortaya koydukları eserlerinin halis bir niyetle hazırlandığına işaret etmiş olmalıdırlar.

Ebû Dâvûd, meşhur kitabı Süneni Ebû Dâvûd’u beş yüz bin hadis arasından seçerek hazırladığını söylemiştir. Kitabında bulunan dört bin sekiz yüz hadisten sadece dört tanesinin dinini yaşamak için insana yeteceğini belirtmiştir. Bahsettiği dört hadisin başında da konumuz olan hadisi zikretmiştir.

Kaynaklarımızda bu hadisle ilgili şöyle bir bilgi zikredilmektedir: Mekke’de Ümmü Kays diye bilinen bir hanım vardır. Biri bu hanımla evlenmek ister. Ümmü Kays bu kişiye, eğer kendisiyle evlenmek istiyorsa Medine’ye hicret etmesi gerektiğini söyler. Adam kalkar Ümmü Kays’ın peşinden Medine’ye gider. Sahâbeden olayı bilenler bu adama “Ümmü Kays’ın muhaciri” derler.[1] Olay Efendimize intikal edince yukarıdaki sözleri söyler.

Niyet sağlam olmalı

İnsan her yaptığını bir amaçla yapmaktadır. Bu amaç o işe kalkışırken aklında olan şeydir. İşte niyet budur. Muhammed b. Aclân, bir amelin Allah katında makbul olabilmesi için üç şartı kendinde bulundurması gerekir, demiştir: Allah’a tam bağlılık, doğru niyet ve doğru amel.[2] Amelde takva işin başıdır, ancak yeterli değildir. Bunu güzel bir niyet takip etmelidir. Bu ikisinin yanında bir de amelin meşru olması, İslam’ın doğru dediği bir şey olması gerekir ki, makbul bir amel ortaya konulmuş olsun.

Tıpkı amellerde olduğu gibi hicrette de niyetin halis olması ve ona, Allah katındaki değerini düşürecek hiçbir mülahazanın karışmaması gerekir. Hicret Allah ve Resûlü için olmalı ki karşılığı da Allah’ın hoşnutluğu şeklinde elde edilebilsin. Eğer dünyalık bir kazancın temini için yola çıkılırsa, belki o kazanç elde edilir; ama ne kadar meşakkat çekilirse çekilsin bu yolculuktan hicret sevap alınamaz.

Niyet, kullukta önemli bir yere sahiptir. Allah’ın rızasını elde etmek için yapılan ibadetlerin hepsinde niyet vardır. Abdest alırken niyet ederiz, namaza dururken niyet ederiz, hac ibadetinin her safhasında niyet ederiz. Niyet, adetleri ibadet haline getirir. Namazı egzersiz olmaktan çıkarıp en faziletli ibadet haline getiren niyettir. Orucu perhiz olmaktan çıkarıp Allah’ın hoşnut olduğu bir ibadet haline getiren niyettir. Haccı turistik seyahat olmaktan çıkarıp kişiyi anasından doğduğu günkü safiyetine getiren yine niyettir. Niyet sağlam tutulmalı ki kazancı tam olsun.

Bir anne, Allah’a saygılı, Resûle bağlıbir nesil yetiştirme niyetiyle çocuğunu büyütürse, çocuğuyla ilgilendiği her anı için ibadet sevabı alır. Aynı şekilde bir baba, Allah’ı hoşnut edecek, Resûlünün yüzünü güldürecek ve ümmet-i Muhammed için rahmet olacak kalitede bir evlat yetiştirmeyi niyetine koyar, sonra da bu yolda elinden gelen gayreti gösterirse, döktüğü ter, sarfettiği enerji kendisine büyük dereceler kazandırır.

Hatta bir kişi hanımının ağzına bir lokma verse bu davranışıyla Allah’ın rızasını kazanmış olur. Zira Resûlullah (sas) şöyle buyuruyor: “Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle yaptığın bütün harcamaların karşılığını sevap olarak mutlaka alırsın. Hatta hanımının ağzına koyduğun bir lokmanın bile…”[3]

Bu konuyla ilgili olarak bir öğretmenin, bir askerin, bir yargı mensubunun, bir doktorun, bir yöneticinin, bir bilim adamının kazanacaklarını örnek verebilir ve bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Niyet bozuk olursa

Yapılan işleri bazen iyi niyetle bazen kötü niyetle yaparız. Bir niyetin iyi olması demek, onun Allah’ın rızasına uygun olması demektir. Bir niyetin kötü olması ise, Allah’ın rızasına uygun olmaması ya da başka çıkarlar gözeterek yapılması demektir. Bu söylediğimizle ilgili Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayet bulunmaktadır. Mesela fısıldaşmanın ve insanlardan gizli plan yapmanın, kötü niyetle yapılanı ile iyi niyetle yapılanı arasındaki farkı gösteren şu ayet-i kerime dikkat çekicidir:

Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.[4]

Hadis kaynaklarında konuya örnek olabilecek ahiret sahnelerinden biri şöyle anlatılmaktadır:

“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi,şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak:

– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.

– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.

– Yalan söylüyorsun. Sen, “ne babayiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emredilir o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:

– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.

– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’ân okudum, cevabını verir.

– Yalan söylüyorsun. Sen “ne âlim adam”desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da söylendi, buyurur. Sonra emredilir o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.

– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.

– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım, der.

– Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye yaptın. Bu da zaten söylendi, buyurur. Emredilir bu da yüzüstü cehenneme atılır.”[5]

Güzelliklere doğru yolculuk: Hicret

Mekke döneminde Müslümanlar çok sıkıntı yaşamışlardı. O günlerde “inandım” demek her türlü baskıyı göze almak demekti. Buna rağmen bir avuç yiğit Efendimiz’in (sas) tebliğ ettiği hayat bahşeden düsturlara teslim oldu. Baskılar kimi Müslümanlar için dayanılmayacak hale geldiğinde Habeşistan’a hicret edebilecekleri bildirildi. Çünkü orada adil bir kral vardı.[6] Böylece Müslümanlar Allah’a ibadetlerini rahatça yapabilecekler, baskı altında kalmadan dini yaşayabileceklerdi. Son dinin temsilcileri için bu ilk hicretti.

Habeşistan hicretlerinden yaklaşık yedi yıl sonra Mekkeli Müslümanların o zamanki adıyla Yesrib’e hicret etmesi emredildi. Medine’ye hicret Mekke’nin fethine kadar sürdü. Ümmü’l-Kurâ olan Mekke İslam beldesi olup putlardan ve şirkten temizlenince artık hicret zorunluluk olmaktan çıktı. Ancak hicret kıyamete kadar devam edecekti. Müslümanların doğup büyüdükleri topraklarda inançlarına göre yaşamak imkansız hale geldiğinde, imanları onları başka beldelere hicrete yönlendirecekti.

En kutsal hicret ise her türlü kötülükten ve günahlardan uzak durmak olarak tarif edilmişti. Haram olandan helal olana yüzünü çevirmek hicretti. Şeytanın aldatmacalarından, nefsin arzu ve isteklerinden geçip Allah’ın emirlerine yönelmek hicretti. Her türlü çekiciliğine rağmen dünyaya dalmamak, Rabbimizin çizdiği sınırlar çerçevesinde yaşamak hicretti. Zaman zaman hoşlanmadığımız kötü alışkanlıklardan vazgeçip salih kul olmaya adım atmak hicretti.


21 Nisan 2017 tarihinde siyerdergisi.com’da yayınlanmıştır (bağlantı).